10 küsur yıldır televizyon seyretmiyor ve gazete
okumuyorum. Yaşama enerjim emilmiyor böylece. Ama facebook'a neredeyse en
başından bulaştım, twitter'dan uzak durmayı başarmış olsam da. Tabii facebooka
bulaşmak demek, televizyonun, gazetenin ve de twitter’ın yeniden sinsice
hayatına bir yerinden girmesi de demek.
Televizyon, gazete, facebook, twitter fark etmez,
hepsi aynı 'klişe'yi çıkarıyor içimden: önündeki ekrana sinirlenen, homurdanan, ekranla kavgaya
tutuşmaya çalışan bir tür deli. Tabii yeni nesil medyanın sunduğu olanaklardan
biri tam da, bu didişmeyi kendine yönelendirmek. Ekrana yumruk sallamaktansa,
üstüne altına ne düşündüğünü haykırarak kızdığın haberi, tweeti vesaireyi
paylaşıvermek. Hatta ‘troll’lerinin yardımıyla, iyice bir köpürüp, öfke patlamaları,
sinir boşalımları, katarsis’ler deneyimlemek.
Ama bu tür bir öfke
boşaltımının beni kesmesi için biraz yaşlandım sanırım. Egemen kültürün
fütursuz çarpıtmalarına, düpedüz yalanlarına, manipülasyonlarına, cehalet ve
amneziye duydukları ve asla boşa çıkmayan güvenleriyle koşturdukları atlara
sinirlenmiyorum artık, 40 yaşımda. Ama facebookda paylaşılan gazete haberlerinin,
köşe yazılarınının ve televizyon programı parçalarının, altına üstüne girilen
yorumların, papağan gibi, düğmesine basıldığı anda kayıtlı repliklerini sonsuza
kadar tekrarlar gibi, kör değneğini beller gibi bu kültürün belletiklerini
tekrarlamasına, hele de bunu kendine ait özgün bir fikiri cesurca beyan
ediyorum zannıyla yapılmasına hala sinirleniyorum galiba. Son derece manasız bir
sinir bu ve boşaltmaktansa kökünden kazımak daha manalı. Burada troll’lerin
varlığı sakinleştirici bir alternatif ihtimal olarak beliriyor hatta.
Yakından ilgilenmekten kendimi
alıkoyamadığım tek şey kalıyor geriye. O da, bir yandan bu alanların tümünden
bağımsız ve eskiye dayanan ama bir yandan, tam da sosyal paylaşım ağlarında
patlama yaşamakta olan, özlü sözler ve sloganlar. Ünlü yazar, tarihi şahsiyet,
politikaclılardan vs. yapılan alıntılar, kitaplardan ve şiirlerden kesilip
alınan cümleler, adına İngilizce’de ‘inspirational quote’ denen o gazlayıcı,
motive edici alıntılar, bilgelerden bilgece cümleler, eskiden meydanlarda
pankartlara yazılan türde sloganların çeşit çeşit renkte fona ve envai çeşit
fontta yazılmış halleri, haber başlıkları, reklam sloganları ve tabii herbiri
tanımı gereği özlüsöz olan statü cümleleri ve tweetler ile retweetler.
Sloganlar ve özlüsözler beni
büyülüyorlar. Kimisi yukarıda sözünü ettiğim biçimde beni sinirlendiriyor ama
kimisini de düpedüz ‘like’ ediyorum, çoğu zaman paylaşanla taban tabana zıt
şeyler anlayarak ‘like’ etmekte olduğumu bilmenin verdiği ekstra hazla. Her
durumda, üzerine konuştukça konuşasım geliyor. Söz özlüleştikçe içine
tıkıştırılan ideolojinin dozu da o denli artıyor, üzerine söylenecek söz o
denli çok oluyor. Bu yoğunaşmayı açmaya, bu düğümlenmiş yumakları ilmek ilmek
ayrımaya, soğanın zarlarını teker teker soymaya, açtıkça açıp, açıldıkça
didiklemeye kışkırtıyor sloganlar beni.
Kısacası sloganları ciddiye
alıyorum ben.
Gülüp geçemiyor, küfredip unutamıyorum. Aklıma takılıyorlar,
zihnimde evirip çevirirken buluyorum onları, sinir yatıştıktan, büyülenme
solduktan sonra bile üzerinde düşünmeye değer buluyorum. İlla ki bir
yapı-bozuma tabii tutasım geliyor ve
Bir blog açıyorum.
İronik tabii...
Ama özlü sözlerde de ironi çok
prim yapıyor, benden söylemesi.
Sanırım ne yapacağım belli
olmuştur bu blogda:
Sanal ortamlarda dönen özlü
sözleri, sloganları didikleyeceğim.
Tek cümlenin üzerine bir araba
cümle kuracağım.
Belki.
yyyes!
YanıtlaSilYaaa lutfen yazmaya devam edin. Ne kadar ozlemisim sizi dinlemeyiiii :)) Off ya sinifta konusurken oturur agzinizin icine bakar hayran hayran dinlerdim yuzumde koca bir hayranlik ve gulumsemeyle, blog'u okurken ayni koca gulumseme belirdi yuzumde. I'll follow your blog.
YanıtlaSilsağol tuna. iyi ki varsın.
YanıtlaSilblog için teşekkür ederim.
YanıtlaSil